Neye odaklanırsak o oluruz...



Liderlik eğitimlerinde hep anlattığımız bir olgudur bu: insan beyni öylesine enteresan ki neye odaklanırsa onun gerçekleşmesi için çabalıyor... Hem de bütün gücü ile... Beynimizde “-me”, “-ma” ekleri yok aslında. Düşünceler şekillerle hayat buluyor ve olumsuzluk eki yok... Klasik örnek, eğer bisiklete biniyorsanız ve yolda bir çukur görüp ona bakmaya başlarsanız ne yaparsanız yapın büyük bir ihtimalle o çukura doğru ilerleyeceksinizdir. Keza motosiklet kullanırken bu daha da belirgin. F1 yarışçılarının eğitiminde de bu var, eğer araba kontrolden çıkıp kaymaya başlarsa asla ve asla arabanın çarpacağı duvara bakmamayı öğretirlermiş, nereye gitmek istiyorsa gözlerini oraya dikip gereken ne varsa yapmaları gerekirmiş. Bir an için bile o arabanın kaydığı duvara bakarlarsa kurtulma ihtimalleri pek kalmazmış. Diyet yaparken “tatlı yemeyeceğim” dediğinizde aklınıza otomatik olarak o anda en çok arzu ettiğiniz tatlının gelmesine neden olduğunuz ve sonrasında da o imajı oradan kaldırmak için bütün iradenizle mücadele etmek zorunda kalmanız gibi... Yani ne olmak istiyorsak, neyin olmasını istiyorsak ona odaklanmalıyız...

Bu tavsiye sanırım sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan da doğru. Ülke olarak da neye odaklandığımıza dikkat etmemiz gerekiyor. Özellikle de toplum üzerinde etki sahibi olan düşünürler, siyasetçiler, iş adamları, entellektüeller, kanaat önderleri olarak neye odaklanırsak ülkemizi o yönde etkilediğimiz aşikar...

Yani durum kötü. Yazılı veya görsel basına ve kanaat önderlerinin gündemlerine baktığımızda maalesef odaklandıkları konular bize hiç de iç açıcı bir müjde vaat etmiyor. Eğer teröre, Orta Doğu bataklığına, ekonomik krizlere, yolsuzluğa vesaire odaklanmaya devam edersek toplumsal ortak beynimiz bizi maalesef hiç de istemediğimiz bir yere doğru yönlendiriyor olacak...

Oysa Martin Luther King’in söylediği gibi “karanlık, karanlığı yok edemez, bunu ancak ışık yapabilir”. Tabii ki günlük tehditlere karşı bütün gücümüzle önlem alırken, entellektüel kapasitemizi daha bilinçli bir tercih için kullanmalıyız. Yani bugünün sorunlarını yarın yaşamamamız için yeni kaynaklar, öncelikler ve orta vadede sağlam çözümler üretecek yöntemlere odaklanmalıyız.

Peki ne olabilir bu ışık, nerede bir çözüm bulabiliriz: Tabii ki gençlere yatırım, eğitim ve bizi gitmek istediğimiz refah seviyesine taşıyacak bizim seçimimiz olan belki de yeni ortaklıklar diyebilirim...

Eğitim konusunda bütün dünya hiç de olumlu bir tabloya bakmıyor. Gallup yönetim kurulu başkanı Jim Clifton’a göre Gallup’un yaptığı küresel analizler bize günümüzde dünyada 1.2 milyar “iyi” diye tanımladığı iş imkanı bulunduğunu gösteriyor ve Clifton’a göre önümüzdeki on yıllarda bu rakam 800 milyona düşerken insanlık nüfusu 7 milyardan 9 milyara çıkıyor olacak. Yani tam bir istihdam savaşları yaşanıyor dünyada. Yani bu 800 milyon iş imkanından birine sahip olabilmek için hangi bilgiye ve kişisel özelliklere sahip olmak gerektiği belirleyip ona uygun bir eğitim sistemi tasarlamak durumundayız. Yoksa lineer olarak düşünmeye alışkın olduğumuz kalkınma ve ekonomik büyüme süreçleri hiç hesapta olmayan güvenlik sorunları, ekonomik krizler veya teknolojik sıçramalarla bir anda hiç benzeri olmayan gelişmelere maruz kalıp yıkıcı boyutta küçülmelere neden olabilir.

Çözüm aslında çok da zor değil: STEM diye özetlediğimiz fen, teknoloji, mühendislik ve matematik odaklı muhakeme yeteneği gelişmiş nesiller yetiştirecek eğitim sistemlerini hızla hayata geçirmeliyiz.

İklim değişikliği, yoksulluk, yaşlanan nüfus, kaynak yetersizliği gibi karşı karşıya olduğumuz birçok güçlüğün üstesinden insanlık ancak STEM odaklı çözümlerle gelebilecek deniliyor. Bu alanda daha ana okulu aşamasından kritik düşünce yeteneği olan, iş birliğine açık, çok yönlü ve veri tabanlı yaratıcı düşünce yetisi gelişmiş, sorgulayıcı ve çözüm odaklı beyinlerin gelişmesi için yeni programlar birçok ülkede devreye girmiş durumda. Bizde ise durum dehşet verici: en son açıklanan PISA sonuçlarına ek olarak birkaç örnek daha verebiliriz: üniversite girişinde en yüksek puanı almış bin öğrenci arasında mühendislik alanları dahil STEM konulu bölümleri tercih edenlerin oranı son on beş yılda geleneksel yüzde seksen seviyesinden yüzde otuzun altına inmiş durumda. Fen ve matematik eğitiminin kalitesinde WEF sıralamasında son on yılda 53üncülükten 98. sıraya düşmüş durumdayız.

Diğer önemli konu ise İngilizce dil bilgisi ve muhakeme yeteneği... Sorgulayan, sorgulayarak öğrenen, fikrini ifade edebilen, karşı fikirleri dinleyip kendi argümanlarını geliştirebilen, bütün bunları muhakeme yeteneği ile yapabilen ve özellikle de STEM odaklı bir eğitim sisteminden geçmiş bir nesil yaratamaz isek çocuklarımızı çok zor yarınların beklediğinden emin olalım.

Peki bütün bu konularda kendimize başarılı örnek ve hatta işbirliği ortağı olarak kimi seçebiliriz? Benim cevabım tedirgin eden bütün diğer yanlarına rağmen ÇİN...

Evet, Çin bütün alanlarda ezber bozan bir ülke oldu. Mesela İngilizce iletişim yeteneği, sanat ve bilim alanında gelişmeleri ve tabii ki belki de bunların bir sonucu olarak teknoloji konusunda geldikleri yer... Bütün bu alanlarda dünyaya liderlik etmeye başlayan bu dev ülkenin aydınlık yönü ile iletişimimizi arttırmamızın ülkemiz için çok faydalı olacağına inanıyorum.

Mesela, ülkemizde de münazara ve hitabet konularında çok yönlü çalışmalar yapan English Speaking Union (ESU), Çin eğitim bakanlığı ile bir işbirliği içine girdi. Adı “China Speaks” olan bu program çok katı birçok tabunun varlığına rağmen Çin’li öğrencilerin yaratıcılığını, dünya ile entegrasyonunu, kritik düşünme, muhakeme ve iletişim yetkinliklerini geliştirmeyi hedefliyor. Sonuçlar aslında ortada, PISA sonuçlarından dünya üniversite sıralamalarına kadar her alanda eğitim sisteminde liderliğe oynayan Çin, şimdi de bu alanda büyük bir uyanış içinde. Mesela her sene yapılan World Schools Debate Council münazara yarışmalarında Singapur liderliğe oynarken, Hong Kong ve Şangay da yavaş yavaş aynı yönde ilerliyor. ESU Türkiye himayesinde ülkemizi temsil eden takımımız ise hala kırkıncı sıralarda...

Bilim ve sanat konusunda sanırım en güzel örnek ise Çin’in Hangzhou kentinde yapılan G20 zirvesinin uzun süre hatırlanacak kapanış etkinliğindeki gerçek bir göl üzerinde multimedya ve yeni teknolojilerin de desteği ile donatılmış muhteşem Kuğu Gölü balesi gösterisiydi.

Eğitim ve bilime yapılan bu yatırımlar kendini ekonomik anlamda da göstermeye başladı. FinTech dediğimiz finansman ve ödeme sistemleri alanında faaliyet gösteren teknoloji şirketleri ile e-ticaret alanında Çin dünyada en önemli oyunculardan birisi oldu bile. Bütün kısıtlama ve sınırlamalarına rağmen Haziran 2016 tarihi itibari ile 710 milyon internet kullanıcına sahip olan Çin bu hali ile ABD ve AB’nin sahip olduğu toplam kullanıcıdan fazlasına hitap eden bir pazar haline gelmiş durumda. 899 milyar dolarlık perakende e-ticaret piyasası küresel pazarın yüzde 47’si Çin’de oluşmuş durumda.

“Unicorn” diye tabir edilen piyasa değeri bir milyar doları geçen FinTech şirketlerinden dünyada sadece 27 tane var. Bunların 9’u şimdiden Çin merkezli. Eğer sadece FinTech değil de bütün teknoloji firmalarına bakarsak Çin’li “unicorn” sayısı 36. Baidu, Alibaba, Tencent, JD Finace, Lufax, Qufengqi, Xiaomi, Huawei, ZTE gibi firmaların liderlik ettiği liste hızla uzuyor. Geçtiğimiz yıl içinde küresel boyutta FinTech endüstrisine yapılan 9.5 milyar doların yüzde 45’i Çin’de gerçekleşti. Bu sene ilk çeyrekte Çin’de yapılan özel sermaye yatırımları 2.4 milyar ile küresel pazarın yarısını oluşturdu. Tabii piyasa büyüklüğü de muhteşem rakamlara ulaşmış durumda: Bu sene 11 Kasım “singles day” satışlarının bir günlük ulaştığı rakam 17.8 milyar dolar. Bu rakam ABD’de 24 Kasım Şükran günü ile başlayan beş günlük özel indirim döneminin 12.8 milyar dolarlık haciminin (Thanksgiving, Black Friday, Cyber Monday) neredeyse bir buçuk katı...

Bu arada kendi piyasasında büyümesini devam ettiren Çin’li firmalar hızla dünya pazarına da açılmış durumdalar. FinTech alanında Alibaba Güney Asya’ya Lazada’nın hisselerini alarak açılmış durumda. Baidu Wallet Tayland’da hızla büyüyor, Tencent ise Supercell isimli bilgisayar oyunları pazarının lider kurumlarından birisini satın aldı... Ülkemizde Huawei’nin başarılı çalışmaları ve en son ZTE’nin Netaş’ı satın alması aynı sürecin bizlere kadar geldiğini gösteriyor. Bunu yaparken Çin sanayi-üniversite iş birliğini de en etkin şekilde hayata geçirdi. Bütün FinTech merkezleri birçok üniversite ile işbirliği içinde tasarlanmış durumda.

Bir Çin atasözünün dediği gibi: eğer bir kaplan size gücünü göstermezse, siz onu hala yaralı bir kedi zannedebilirsiniz. Bizim Çin’in bize gücünü göstermesini bekleme lüksümüz yok. Onun için bütün kurumlarımız ile kendimize Çin’de bir partner bulup kendi imkanlarımızla muadil kurumlarla iletişime geçip bireysel ve özel sektör insiyatifi ile bu köprüleri kurmamız lazım. Tabii bunu yaparken dikkat etmemiz gereken en önemli boyut eğitim ve zamana yayılan güvene dayalı ilişkilerin tesis edilmesi boyutu. Onun için ÇİTAM (www.chinainstituteturkey.com) ve TUSIAD Çin Network’ü gibi girişimlerin desteklenmesi, benzerlerinin artması ve işbirliği içinde bir seferberlik halinde bu bize çok uzak kalmış yeni dünyanın bazı alanlarda lideri ile yakınlaşmamız gerektiğine inanıyorum...

Yeni yılda umarım neye odaklanacağımız konusunda bilinçli tercihler yapabiliriz. Ve umarım yeni yıl ne olmak istediğimize karar verip altımızdan kayan zemine, bize çevreleyen duvarlara rağmen daha müreffeh yarınlar için doğru adımları attığımız, hayatımıza huzur, keyif ve sağlıklı günlerde devam ettiğimiz bir sene olur... Üzerimize düşeni yapmaya devam...